'Annem Susan Sontag yaşadığı gibi öldü. Onca ıstırap çektikten sonra bile -ki çok ıstırap çekti- ölümle asla uzlaşmadı. Annem hayatı seven bir kadındı ve gerek hayat deneyimine duyduğu iştah gerekse bir yazar olarak başaracaklarına bağladığı umutlar bedeni yaşlandıkça artmıştı. Onun bu dünyada var olma biçimini betimlemek için tek bir sözcük seçmek zorunda kalsaydım eğer bu sözcük 'arzulu' olurdu: Görmek yapmak denemek ve bilmek istemediği hiçbir şey yoktu. Nitekim hayatını bir kütüphaneyi doldurur ya da özlemlerini cisimleştirircesine yaşadı; günlüğüne düştüğü bir nota göre kendini hep 'ebedi öğrenci' saymıştı. Sonsuzluğun hiçliğin içine çekilmeyi asla istemezdi. Diyeceğim o kendi deyişiyle sadece var olmayı tasavvur edebiliyordu. Hayatı uzatmak yaşamaya devam etmek: Bu belki de onun ölme biçimiydi...'