Derbesiye çocukluğumun ilk yıllarının geçtiği şirin kasaba.
Suriye'yle göz göze.Misak-ı Milli sınırları çizildiğinde dikenli tellerle ikiye bölünmüş bir kısmı "hattın" öbür tarafında kalmış.
Trenle yaklaşık yarım saatlik mesafedeki on-onbeş haneli ufacuk Gürpınar istasyonundan oraya taşındığımızda iki yaşındaymışım.Çarşıya Yakın kerpiçten yapılma bahçeli bir eve yerleşmişiz.
Anlatacağım öyle çok mekan kişi ve olay var ki hangisinden başlayacağıma karar veremiyorum.Çünkü hepsi önemli ve hepsi ilginç.
Yazdıkça beni bir heycan sarıyor.Kalb atışlarım hızlanıyor.Nefes nefese kalıyorum.İçim med-cezire tutulmuş inen-çıkan çekilen-kabaran denizden farksız.Hafızam şimşek hızıyla parlayıp sönen hayallerle dolup taşıyor.Zihnim anıların akınlarıyla allak-bullak.Gözümün önünden binbir renkli resimler akıp gidiyor.
Derbesiye sanki bir varmış bir yokmuş.Tarihin herhangi bir noktasında sanki birileri bize bir masal anlattı.Biz de tatlı tatlı dinledik.Dinledikçe evvel zamanın derinliklerine daldık.
Olağanüstü yolculuklara çıktık.Develer tellaldı orada pirelerse hammal.Ovalar bahçeler tarlalar; konuşanduyan gören canlı varlıklardı.Nice yokuşlar aşıp nice inişler indik ve az gittik uz gittik; derken bir kuşluk vakti kendimizi rüyalardan kurulmuş bir beldede bulduk.Kuş cıvıltılarını dinledik.Hafif ve serin esinti yüzümüzü gülümsetti.Güneşin altın sarısı ışıkları selamladı bizi.Duyduk.İçimizde dışımızda bir dinginlik Yüreğimizde bir ferahlık ki sormayın.Kendimizi usta bir ressamın fırçasından çıkmış eşsiz bir tablonun karşısında hissettik.Renklerin ahengiyle mest olduk