"Bu serüvenin en başında karşımda duran iki adam vardı. Birbirine benzemedikleri halde aynı olabilecek kadar farksız iki adam. İki adam iki yüz demekti iki ruh iki komutan...
Tevfik'in naif ruhu Peter'ın kırılganlığına değdi bir gün ve aynı gün iki göze baktığımı fark ettim. Biri deniz kadar mavi diğeri gece kadar siyah... Önce fazla konuşmadılar sadece isimleriydi bildiğim ve savaşın ortasında durup da dinledikleriydi öğrendiğim... Otuzlu yaşlarının sonlarında olan iki askerin ve bir kadının ve bir savaşın ve bir ömrün ve parçalanan hayatların hikâyesiydi. Onlar anlatıyordu ben dinliyordum. Dinledikçe anlattıkları içimde onarımsız yaralar açıyordu. Yaralar açıldıkça canımı yakıyordu. Eğer dinlemekle yetinseydim uzattıklarında ellerinden tutmasaydım daha mı az yanardım? Görmeseydim olanı biteni daha mı az ağlardım? Ama tuttum. Ama dinledim. Ama gördüm. Ve ben aklımın dip köşelerinde çıktığım kırmızı yolculuktan hasarlı döndüm. Yaralandım yoruldum. Savaşı görmüş olmanın yarasını aldım. Onca ölümün çaresizliğin yokluğun yok oluşun sessizliğin bekleyişin çığlıkların açlığın hastalığın bombaların mermilerin süngülerin şarapnellerin parçalanmış insanların insan eti kıyımının ortasındaydım...
Ölümün hüküm sürdüğü diyardan taşınması çok zor anılar edinerek dönmüş durumdayım.
Haliyle hiçbir şey eskisi gibi değil artık...
Haliyle hiçbir şey eskisi gibi olamaz artık...