Kudüs ve Filistin iŞgal altında olduğu sürece çevresi mübarek kılınan Hz. Ömer'in emaneti Mescit-i Aksayı bir sırlık esaretten kurtaran Selahaddin Eyyubi'yi Müslüman halkın ve gençliğimizin hafızalarında daima diri tutmak zorundayız.
Türkiyede örgün eğitim bize Ne Kılıç Arslanı ne Nureddin Mahmudu ne de Kudüs Fatihi Sultan Selahaddin'i yeterince öğretmedi ve tanıtmadı. Safahat ve İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif ise Selahaddin'den ısrarla bahsetti. Ona toz kondurmadı yere-göğe sığdırmadı. Çanakkale Savaşında çok üstün silah gücü ve kalabalık ordularla üzerimize gelen Avrupalı hunharları canları pahasına durduran Mehmetçiklerden bahsederken: "Sen ki ehli salibin kırarak savletini Şarkın en sevgili Sultanı Selahaddini Kılıçarslan gibi iclaline ettin hayran! " mısralarıyla Sultan Selahaddin'i Kılıç Arslanla birlikte destanlaştırıyordu.
Birinci meclis feshedilince İstanbula dönen ama işsiz evsiz ve polis takibi altında kalan Akif zorunlu sürgünle Mısır'a giderken soranlara "Selahaddin Eyyubiyi anlatan manzum bir piyes yazmak için Hilvan yolculuğuna çıktığını" söylüyordu.
Filistini işgal eden Siyonistlerin Müslümanlar üzerine ateş açıp çoluk-çocuk katlederken yerli basınımızda "Selahaddin Sendromu" ve "Hıttin Korkusu" başlıklı makaleler okumaya başlamıştık.
Bağdat'ta Mihrican Şiir Geceleri programlarından birinde Filistin otelinde kalan Gazzeli yaşlı muhacir kadının canlı yayında eşi ve torunlarının İsrail savaş uçakları tarafından hedef gözetmeksizin atılan bir bombayla Şehid oldukları haberini alınca sokaklarda ağlayıp çırpınırken "Eyne ente ya Selahaddin! " diye haykırdığına şahit olmuştuk. Aynı zamanda edip ve şairlerimizin Sultan Selahaddin'i Gazzeli kadın kadar dahi tanımadıklarını garip bir mahcubiyetle görmüştük.