"Aşikâr değil mi Paşam buharlı atıma bu kanatları takacağım! Böylece buharla işleyen kanatlı bir at yapmış olacağız! Düşünün âdemoğlunun rüyalarından biri daha insan denen mahlukun ruh zarafetiyle mütenasip bir tarzda fiiliyata intikal etmiş olacak! Bir buharlı burak yapacağım Peygamber Efendimizi göğün yedinci katına uçuran o muhteşem mahlukun buharlı bir numunesi! Ve siz de ilk kul yapısı burağın fanilere gözüktüğü devrin sadrazamı olarak tarihe geçeceksiniz! Düşünün Devletlum... Bir sabah Bayezid meydanında yürüyen ahali yerde görecek onun kanatlarının gölgesini ya da şafak vakti başını kaldırıp yukarı bakanlar tan yeri ağarırken İstanbul semalarında süzülen bir burağın kanat çırpışları yüzünden defalarca ovuşturmak zorunda kalacaklar gözlerini..."
• • •
IV. Fırat devrinin mühim hezarfenlerinden Arif Çelebi "çok büyük çok erişilmez bir hayal"in "gelmiş geçmiş cümle mucitlerin gönlünde yatan büyük tasavvur"un peşindedir. Küheylanları uçuran buhar gücüyle akıllara durgunluk veren hayal gücünün buluşması ve çatışması işte bu tasavvurun olgunlaşarak yapay zekâdan tasavvufa kadar uzandığı müphem bir noktada başlar... Buharın kudretine bir hudut Buharîlerin savaşçılığına bir mani var mıdır?
• • •
Hezarfen Arif Çelebi güldü. "O at toynağına benzemiyor at toynağının ta kendisi..."
"Öyle mi?"
"Evet çünkü o çubuk dediğin şey de aziz ablacığım bir atın bacağı..."
"Atın bacağı mı?"
"Evet yaptığım sun'i bir atın bacağı..."
"Sun'i bir at mı yaptın? O da neden?"
"Canlı hayvancıklar yük taşırken eziyet çekmesinler artık yükler insanlar makine atlarla taşınsın diye..."
Selviye Zeynep Hatun bu söze güldü latife olarak kabul ettiği belliydi ama Hezarfen Arif Çelebi bunu fark etmedi. "Pekiyi bu atın kendisi nerede şimdi?"
"Konağın bodrumunda benim imalathanemde..."