"Bankta oturmuş daha önce gravürlerde kartpostallarda fotoğraflarda gördüğümüz ölümsüz Selanik kentine bakıyoruz: Uçuk gri bir gökyüzünün altında su yeşili körfez göz alabildiğine uzanan kırmızı çatılar ve açıkta demirlemiş irili ufaklı gemi gövdelerinin pastel renkleri...
Dalıp gitmişken yokuşu tırmanan bir kamyonun homurtusunu duyuyoruz. Dikkatimizin bütünüyle dağılması ise; kamyonun homurtusuyla birlikte içinde her tür ıvır zıvırın satıldığı pimapen kulübeden dışarıya fırlayan katanayı andıran teyzenin gürültüsüyle oluyor. Kamyon kulübeyi geçtikten biraz sonra yokuşun daha müsait bir noktasında duruyor motoru çalışır halde bırakan şoför aşağı atlıyor. Bu arada kadın telaş içinde ve cüssesinden beklenmeyecek bir cevvallikle şoföre doğru seyirtiyor:
Kalaysiki kalaysiki!
Kamyon şoförü adam sen de gibisinden bir el hareketiyle yanıtlıyor kadını:
Ebenisiki!
Acaba gerçekte ne diyorlardı? O an bu sorunun cevabını düşünmekten ziyade dilin fonetiğinin yarattığı bu benzerliğe gülerek gülmekten katıla katıla yokuş aşağı yuvarlanıyoruz.
Hoş bulduk!"