Daha önce de Halil Gökhan okumuştum. İlk tanışmam burun kıvırarak başladığım bir kitabı ile olmuştu. Kitabını uçakta okuyacağıma söz vermiştim ama Türk yazar okumaktan pek haz etmiyordum. Yazamadıkları için falan değil aman yanlış anlamayın. Sadece iç kararttıkları için.
Uçağa binerken büyük bir unutkanlık göstermiş ve lap-topumu şarj etmeyi unutmuştum. Film seyrederim diye yanıma sevdiğim kitaplardan da almamıştım. Elimi çantama attım ve içinden Halil'in kitabı çıktı. Uçakta film oynatılmasa daha az işkence olurdu diyerek ilk sayfayı çevirdim ve okumaya başladım.
Hayatımda ilk defa uçakta yemek verildiği için sinir olmuştum. Çünkü birazdan önüme konacak tepsi yüzünden okumaya devam edemeyecektim.
Bilmiyorum oturup her sayfayı sonrakine nasıl bağlarım diye tek tek düşünerek mi yazıyor ama her sayfada "acaba şimdi ne olacak" düşüncesinden kendimi alamıyordum. Daha önce bana "Karamsar ama umut dolu karanlık ama apaydınlık öfkeli ama dingin bir hikaye nasıl yazılır?" diye sorsaydınız herhalde size "Yürü len olmaz öyle şey" derdim. Ama Halil'in yazdıkları işte aynen böyle.
Bir hikâyeyi iki boyutlu olmaktan çıkartıp sonsuz boyuta taşıyabilen yarattığı dünyayı size her açıdan gösterebilen bir yazar. Ve şimdi de elini "evrensel konulara" attı.
Bakalım başımıza daha neler gelecek.
NOT: Başıma gelecekleri bildiğim için bu sefer uçağa binmeyi beklemedim okumak için. Çünkü uçakta yemek yemeyi çok seviyorum.
AYKUT OĞUT