XIX. yüzyılın ikinci yarısında hacıların sayısının 300 binlere varması dünyanın dört bir tarafından gelen Müslümanların Hicaz'da buluşup kardeşliklerini pekiştirmesi Batılıları özellikle Osmanlı birliğini bozmaya yönelik politikalar izleyen İngiltere'yi rahatsız etmektedir. Bu nedenle dünya kamuoyuna hacıların sıhhi olmayan şartlarda hac yaptıklarını Hicaz'a giden Hintli müslümanlar ve dilencilerin buradan Avrupa'ya pek çok hastalığı ve o dönemde şiddeti gittikçe artan kolerayı taşıdıkları şayiasını yayar.
Bu şayia İslam dünyasında Osmanlı Devleti ve halife alayhinde bir propaganda unsuru olarak kullanıldığı gibi Batılı devletlerde yaşayan Müslüman tebaanın Hicaz'a gitmesi de engellenir. Batının hac üzerinden yürüttüğü bu siyasetle mücadele etmek üzere Dr. Mehmed Şakir Bey konuyla ilgili pek çok neşriyatta bulunur.
1890 yılında ilahi bir işaretle hacca gitmek üzere Seraskerlik'e başvuran Şakir Bey İstanbul'dan gemiyle Mekke'ye doğru yola çıkar. Yolculuğu boyunca uğradığı yerleri gördüklerini en ince detaylarına kadar not alır. Cidde Mekke Taif Arafat Müzdelife Mina Medine ve Yenbuğulbahr'da yaptığı incelemelerde müspet ve menfi tüm yönleriyle haccı değerlendirecek verilere ulaşır. Hacı olup döndüğünde de Halife Abdülhamid bunları kendisine bir rapor olarak sunmasını ister. Bu rapor II. Abdülhamid'in hac siyasetinin bir parçası olarak hıfzıssıhhasının esaslarını oluşturacaktır. Bu bağlamda Osmanlı Devleti'nin hac siyaseti "siyaset-i tıbbiye" denilen bir kavramla birlikte yeniden şekillenir. Hadimü'l-Haremeyn olan Halife II. Abdülhamid'in kutsal topraklarda hacıların huzurlu bir şekilde ibadetlerini yapabilmeleri için aldığı önlemler yaptırdığı hastane misafirhane vb. yapılar bu raporun verileri ışığında vukubulan hadiselerdir.
İşte elinizdeki eser bu seyahatname-raporun tab'a bürünmüş halidir.