"Eğer yapraklarında pıt diye düşmüş gözyaşları kurumuşsa ya da okuyucunun dudağının kenarında bir gülümseme takılıp kalmışsa; öykülerim en değerli ödülü almış demektir."
Şöyle bir düşündü eski zamanları. Henüz Karaoğlan'ın Akşam gazetesinde tefrika edildiği Akbaba dergisinde Cemal Nadir'in karikatür çizdiği Doğan Kardeş'in yolunun gözlendiği yıllardı. Hayatın durgun aktığı çocukların mahalle savaşlarını mahsusçuktan yaptığı her sokağın bir futbol takımı çıkarttığı kukalı saklambaçlı tornetli kızaklı bisikletli zamanlardı...
(...)
Sobalı hikâyeye göre günün birinde topuklar yumurta ceket omuzda saldırma kuşakta tabanca belin arkasında külhani bir yarma girmişti bizim İsmail'in dükkânına. Fesini tonet vestiyere asıp oturmuştu berber koltuğuna. Sert bakışlarla aynadan İsmail'i süzüp bıyık burarken vukuatlarını bir bir sayıp dökerek tanıtmıştı kendini. Ardından uzunca bir narayla Tuzsuz Deli Bekir misali peşrevine devam etmiş haykırarak vermişti ilk talimatını:
"Kazı ulan kelleyi! Sinekkaydı olacak. Yalnız titremesin elin yoksa yakarım çıranı!" demişti.