"...Kapitalizmin acımasızlığı ezilmişleri bir daha bir daha ezip geçmesi diye bir takıntısı vardi ki ondan kurtulamıyordu. Ama şu Çıkrıkçılar Yokuşu'nda ve şu eski hanlarda sadece esnaflık var gibiydi. Neden kendisi de bir dürüst esnaf olmasındı?
Adını "kumaşistan" dedirten şu yokuşun ötesinde bakırcılar çarşısı başlıyor ve parıltıları ile her yanı kaplıyordu. Faruk Hoca'nın buraya da "bakıristan" diyesi geliyordu. Sonra yün yapağılarının harman yeri başlıyordu. İnsanın içini ve ruhunu ısıtan garip bir sıcaklık yayılıyordu beyaz mor alaca yapağılardan.
Sonra kaderine terk edilmiş asırların yorgunluğuna dayanamayıp sahipsiz bırakılmışlığın kahrı ile kendini bırakmış yapılar... Hepisinin hayat hikayeleri vardı. Esnafla daldığı sohbetlerde o kırık dökük hikayeleri dinlerken geçmiş zaman dehlizlerinde dolaşıyordu. Şurası Pirinçhan on sekizinci yüzyıldan... Solunda yokuşun başında Kale'nin çarprazında dondurulmuş zamanların gomgunu vurur gibi duran saat kulesi ile göze göze bakışan Çengelhan on altıncı yüzyıl hatırası... yanı başında Çukurhan eteklerine daldığı Kale'yi dişleri dökülmüş bir sevgili hüznüyle seyreder gibi..."