"Sonbahardı hava birazdan patlayacaktı hava kararmıştı iyice bulutlar boşaldı. Islak ayaklarının bastığı yollar ıslandı bir anda. Camdan akşamı izleyen kadınlar perdelerini çekip içeriye kaçtılar. Evlerin ışıkları yandı. (...) Meyhanenin önünde içenler hızla taşıdılar rakılarıyla mezelerini içeri tek bir rakı bardağı kaldı masada onun sahibi yağmur başladığında orada değildi ve rakının içine düşen yağmur damlaları denizi anason kokusuyla doldurdu."
Türk edebiyatının genç kalemleri arasında adından söz ettiren bir isim Ferhat Uludere. Özellikle "taşra sıkıntısı"nı anlatmadaki başarısı genç kuşak yazarlar arasında onu farklı bir yere koyuyor. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba'da da yazar yine "taşra" izleğinin peşinde kasabadan gidememişleri gitseler de ondan kopamamışları anlatıyor.
Feryat'la Hazan'ın aşkı çevresinde örülen kasaba halkının balıkçıların tutunamamışların öyküleriyle roman her sayfada derinliğini artırıyor. Gözyaşlarıyla beslenen denizin kokusu efsanevi denizkızlarının ardı sıra giden balıkçıların ruhlarının izi bütün sokakları dolduruyor. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba dünyanın tam ortasında ama ondan kopuk bir gezegen gibi hissettiren taşra coğrafyasının hüznünü taşıyor.
Sahil kasabalarının kendine has bir ruhu konuşmadan anlattığı öyküleri özlemini çektiği uzak ülkeleri vardır. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba'nın alkolden başka memleketi olmayan sakinleri de kendilerini hep anason kıyılarına vuruyor...