Evvel zaman içinde kalbur saman içinde! dedikleri bir günde memleketin birinde insanın kıt olduğu bir yerde; develer tellâl iken pireler berber iken ben evimizin ortacığına oturmuş bir anamın bir de babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken anam kaptı maşayı babam kaptı dolmayı. Baktım maşa yakacak dolma da saçmalayacak korktum kaçtım. Kaçtım kaçmasına ya bir de baktım ki ancak bir arpa boyu yol gitmişim. İşte o zaman önüme üç dükkân çıktı. Birinin çatısı birinin kapısı birinin de duvarı yok. Hiç durmadım çatısı olmayan dükkâna girdim. Duvarda asılı üç tüfek gördüm. Birinin mermisi yok biri kırık biri sağlam. Hemen mermisi olmayanını aldım dışarı çıktım. Az gittim uz gittim. Yol üstünde üç tavşan gördüm: Birinin canı yok birinin bacağı kırık birinin canı var. Son ikisine kıyamadım gittim ölü tavşanı vurdum. Onu aldım heybeme koydum. Hiç durmadım az gittim uz gittim. Yol üstünde üç dere gördüm. Birinin suyu yok birisi kupkuru biri de yamyaş. Suyu olmayanında tavşanı yüzdüm ayıkladım temizledim bir güzelce de yıkadım. Orada durmadım gittim. Yol üstünde önüme üç tencere geldi. Birinin dibi yok birinin dibi delik biri de eh şöyle böyle sağlam. Dibi olmayan tencerede tavşanımı pişirdim. Tabak sıyırmacasına yedim. Karnım doydu doymasına ama gözüm aç. Dipsiz tencereye yeniden büyük bir iştahla saldırdım ama dudaklarımda hâlâ bir lokmacığın izi yok. Orada da durmadım. Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Yol üstünde üç adam gördüm: Biri görür ama topal. Biri görmez ama sağlam. Birinde ise ne göz kalmış ne ayak.