Hakan Tağmaç'ın öykülerinde modern insanın çağının uyumsuzu olduğu ve trajedisini tek başına yaşadığı gerçeği açığa çıkıyor. Yalnızlaştırılan ve yaşadıkları evrenin "yabancı"sı haline gelen bu insanlar kendi küçük dünyalarından büyük kozmoslara doğru evrilirken metamorfozlar yaşıyorlar ve iç dünyalarının karmaşıklaşmış dışavurumlarını yansıtıyorlar. Böylece ötekileştirilmiş ve benliklerinden uzaklaştırılmış olarak dünyaya fırlatılmış hükümlüler gibi yazgısızlıklarına sürüklenmeye devam ediyorlar.
Okuru çağın tedirginliği ve görünenin tekinsizliği arasında gidip gelen bu öykülerle özdeşleşeceği bir katarsis bekliyor.
"Canım neyi istiyorsa ona kafayı takıp gündelik hayatın sıkıcılığından sıyrılmak buydu işte. Bir gün çocukluğumda karlı bir kış gecesi Boğaz'da çıkan yangın ve yanan ahşap evleri hatırlayıp notlar almışsam; diğer bir gün insanları sırlarının büyüklüğüne göre ölçeklendirip şehre dağılımlarını yansıtacak bir harita oluşturma fikri üstüne düşünebiliyordum. Oradan yola çıkıp ertesi gün eve haritalar atlaslar getirip duvarları uçtan uca getirdiklerimle kaplıyor; öyle kendimden geçmiş hâlde çalışırken ara ara durup bu topraklarda yaşamış her bir şairin sırları hakkında bir kitap yazılmış olsaydı bunun günümüzü ne ölçüde değiştirmiş olabileceğini hesaplamaya çalışıyordum. Uzun lafın kısası hayatta ilk defa gerçekten bana ait bir mekânım olmuştu ve ben kendimce oyunlar oynuyordum."