Kafesin kapıları açılınca kuş önce şaşırır sonra kafesin önüne çıkar gezinir. Nice zaman sonra uçabilir. Uçar uçar... Ne güzeldir! Böyle alabildiğine uçmak ne güzeldir! İstediği dala konabilir. İstediği ülkeye kanat çırpabilir. Sonra kafese dönecek midir? Kim dönmek ister?
Hürriyetin de izafi olabileceğini inkâr etmiyorum. Küçük bir kafeste de insan mutlak hürriyeti elde edebilir. Dünyevi hürriyet anlayışlarını terk edip ilahi bir hürriyete mutlak bir hürriyete kanatlanabilir. Ama kendimiz dışındaki insanlar için bunu ileri süremeyiz. Hürriyet bir yönüyle gayet somut bir hadisedir. Dört yanı duvarlarla çevrili bir odada insanı kafesteki kuşlar gibi yaşamaya zorlamak hürriyetini elinden almak demektir. Alabildiğine yürüyebilmek alabildiğine ufukları görebilmek hürriyettir!
Muhip gitti. Tıpkı benim Çınaraltı'ndan Beyoğlu'na gidişim gibi gitti. "Ben gidiyorum." dedi ve gitti. Ben kalakaldım. Peşine takılmak istedim. Olmazdı. Hürriyeti tatmak istiyordu. Ama yine dönüp gelecek biliyorum. Vazgeçemez. Beni bizleri bırakamaz. Gelecek. Ama şimdi gitti. Tutamazdım onu. Dünyevi hürriyetin kofluğunu anlayacaktı bir gün. Ne zaman? Ben anlayabildim mi ki?
Bu arada gidenler de gitti. Ben yoktum gitmişler... Ne ani oldu! Haber vermeden gittiler...
Muhip gitti girdi gecenin göbeğine; sevgililer de... Hocalarım da öldüler. Yarım kalan sohbetlerimiz yâre verilmeye hazırlanan ama bir türlü verilemeyen çiçekler gibi soluyor...
Toprak bir insan boyu yükseldi bir yerlerde. Benim kalbimdeki tümseklerin haddi hesabı yok. Hep öldüler:
Vatanım sevgilim dostum ve hocam...
Yorgunum yaşamaktan yoruldum. Sevmekten yoruldum. Sevgililer... Sevgililer hep acı verdi bana. Direnmekten çalışmaktan kavgadan yoruldum artık...
Ne komedidir bizim trajedimiz!