Pencere ile sehpanın arasında kapağı açılıp duvara yaslanmış siyah deri kaplı bir gitar kutusu duruyordu. Kutunun içi bordo rengi çuha kumaşı ile döşenmişti. Kutuda naylon telli bir gitar vardı. Sanki sadece bu gitar için yapılmış olduğu izlenimi veren kutu gitarın bir kadın kalçasını anımsatan yuvarlak hatlarını mükemmel sarıyordu. Gitar kendisi için itina ile hazırlanmış bir lahit içinde sonsuza dek uyumaya yatmış bir firavunu anımsatıyordu. Bu görünümü bozan tek şey tellerinin parlaklığı ve yeni silinmiş olduğu belli olan cilanın pırıltısıydı. Gitarın ince ve sık çizgili göğsü beyaz renkli bir ladin ağacının vernikle birlikte ahşap görüntüsünü kusursuzca yansıtıyordu. Tellerin bağlı olduğu gül ağacı rengindeki eşiği ve sedef rengi akort düğmelerinin pirinç üzerindeki renk karşıtlığı göz alıyordu. Göğsünün ortasındaki ses deliğinin çevresindeki ince işlemeler hayret verici düzgünlükteydi.
Gece uyku sessizliğine bürünmüştü. Dışarıda zaman zaman sertleşen rüzgâr pencerenin panjuruna çarptıkça insana huzursuzluk veren tıkırtılar duyuluyordu. Dışarıdan bakıldığında verandasının ışığı açık bırakılmış ender evlerden biriydi burası. Şehir ışıklarından çok uzakta olduğu için neredeyse gökyüzündeki her yıldız seçilebiliyordu. Deniz kenarında kıyıya vuran dalgaların uğultusuna kulak kabartılsa sesler insanı denizin karanlığına götürüyordu.