O bu dünyaya küsmüştü...
Son kez dışarıda kaldı. İçeri girdiği an hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Belki bir daha dışarı çıkamayacaktı. Ölüm böyle mi çağırılırdı? Ölüm eşiğin hemen önüne gelmişti.
Ölüme "içeri gir başucuma otur!" diye ısrar etti.
Ölüm duymazdan geldi. O emir almayı sevmez istediği yere girmeyi ve istediğini götürmeyi severdi.
Ama o ölümle arkadaş olmak ölümle gezmek istiyordu. Ölüm değil miydi zaten kara gözlüsünü alıp götüren. O halde ona sevdiğini sorabilir ondan haber alabilirdi. En son o girmişti kollarına nede olsa. Böyle düşününce ölümü daha da sevdi. "Ölüm bile benden şanslı" diye düşünerek içeri girdi kapısını kapattı. Kara gözlüsüne dokunduğu için ölüme imrendi ölümü ölesiye kıskandı!
Ölüm o günden sonra gelip kapının eşiğine yerleşti. Her an her şey olabilirdi. Ölüm fikir değiştirebilir kendini bu denli içten çağıran birini alıp götürebilirdi. Onun da buna hiç itirazı olmazdı.
Her ölüm bu kadar içten isteniyor muydu oysa! Ölümün de bilmediği şeyler vardı; bir gün o kapıdan içeri girdiğinde karşısında bir canlı olmayacaktı. Ruhu ondan önce çok uzaklara gitmiş bir bedenle karşılaşacaktı.