Muammalara birebir cevaplar bulmak yerine Yeni Dünya Düzeni projesinin judeo-Hristiyan teolojisine siyaset felsefesine ve ekonomi politikasına bir bütün olarak bakmak Waterloo Savaşı (1813-1815) ile başlayan ve Eylül 2008'e kadar devam eden bir finansal "success story"yi tam olarak anlamak gerekir. Türkiye Osmanlı liberalizmi (1838-1914) ile Cumhuriyet döneminde (1946-2010) küresel finans sisteminin "düşük kur-yüksek faiz" lobisi sayesinde kontrol altında tuttuğu "eksen ülke"lerden biridir... Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşlarında yaptığım çeyrek asırlık orta ve üst düzey finans yöneticiliğinde öğrendiğim iki temel unsur: 1- Ekonomik ve finansal operasyonlarda "tesadüf" diye bir şey asla mümkün değildir. 2- Oligarşi asla açık delik bırakmaz. En azından finans elitizminin 200 yıllık "sagasini" böyle. Bugün şöyle bir resimle karşılaşıyoruz. Ülkeler ne kadar varlıklı ve etkin olurlarsa olsunlar Yeni Dünya Düzeni "kurumları" dışında bir yol izlemeye koyulurlarsa "paryalaştırılmaktadır." Şöyle de denilebilir; ya Hannah Arendt'in tarifine uygun olarak bir statüyü seçeceksin "bilinçli parya" olup bir azınlık /elit geleneğine tabi olacaksın ya da "marjinal" olmayı kabullenip "paryalaştırılanlar"dan olacaksın. Çünkü Kafka'nın işaret ettiği kişisel hakların tanınması yalnızca ferdin/tek başına hareket eden milletlerin gayreti ve gücüyle gerçekleşmez. Bu sebeple Arendt bir cemaate bir halka mensup olmayı ve o mensubiyetin içinden diğer bir grup ya da millet ya da cemaatlerle yan yana olmayı uygun bulur. Elbette parya geleneği bir azınlık geleneğidir. Aksi yolu seçenler üzerine "mania"lar gönderilir.