Mevcudâtta o kadar muazzam ve muhteşem bir eser-i san'at görünüyor ve mahlûkat bir kanûn dâiresinde o kadar intizâmla vücûda geliyor ki; bunları sebeblerin yaratması veyâ bu varlıkların kendi kendine olması veyâhut onların "kör sağır şuûrsuz" tabiatlarının gereği var olmaları imkân ve ihtimâl dâhilinde değildir.
Bütün mevcûdat mektûbât-ı Rabbâniye ve merâyâ-yı Sübhâniyye ve me'mûrîn-i İlâhiyyedirler. Kâinata Alîm ve Hakîm Kadîr ve Âdil isimlerinin tecellîlerine mazhar olması noktasında bakılsa mevcûdat-ı âlemin her biri İmâm-ı Mübîn ve Kitâb-ı Mübîn'den istinsâh edilen birer "mektûb" olur. Bu mektûbların asılları levh-i Mahfûz'da ilm-i İlâhî ile yazılmış akisleri de kudret-i İlâhiye ile âlemde maddeten yazılır. Kâinata Cenab-ı Hakk'ın "Nûr" isminin tecellîsine mazhar olması noktasında bakılsa; o Zât-ı Zülcelâl bütün esmâ ve sıfâtıyla "Nûr" olması i'tibâriyle bütün mevcûdât O'na karşı şeffâfiyyet kesbederek birer "âyine" olur. Kâinât bir askerî kışla tasavvur edilse ve Cenâb-ı Hakk'ın "Sultân" isminin tecellîsine mazhar olması noktasında bakılsa mevcûdat birer "me'mûr" olur.