Selim farklı mekanlarda geçirdiği üç geceden sonra Van'daki evine varmıştı. Birinci gece yayla evinde annesiyle hasret gidermiş ikinci gece babasıyla ölümle köşe kapmaca oynarcasına terörden kaçmışlardı. Günleri de bu gecelerden pek farklı olmamıştı. Üçüncü gece Trabzon'da biraz rahat etmişti. Bekâr odasında; yerde bir kilim bir yatak ve masa-sandalye vardı. Bavulunu üzerinde yatağı serili duran somyanın altına itti. Masanın yanındaki tahta sandalyeye oturdu. Duvardaki takvime takıldı gözleri. Her günü bir yaprak olan duvar takvimi Mayıs'ta kalmıştı. Kalktı takvimin yapraklarını birer birer yırttı. Hiç de öyle takvim yapraklarının yırtıldığı gibi kolay geçmemişti bu günler. Takvimi yirmi beş Ağustos'ta bıraktı. Bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılı yaz tatilindeki memleket ziyaretini Selim öğretmen böylece bitirmişti. Ne zor günlerdi Yarabbi!.. Aynaya baktı gözlerinin önü morarmış çukura düşmüşler. "Ne kadar da yorgunum!" dedi ve somyaya uzandı. Dinlenmek için uzandığı somyada sadece geçmişi görüyordu. Gelecek çok karamsar. Çok boğuk. Geleceği seçmek istikbali görmek oldukça güçtü. Olaylar onu hep geçmişin hayaline götürüyordu. İşte öğretmenliğinin kaçıncı yılı da geride kalmıştı. Her geçen yıl huzur ve güven yönüyle geçmişi aratmıştı. Ne olaylar yaşamış ne tecrübeler geçirmişti Selim. Ama hiç de geleceğe ışık tutacak gibi değildi olanlar. İstikbal koyu gölgeler içinde soluk ve boğuk duruyordu. Bütün bu karamsar görüntüler karşısında hayalleri onu daha mutlu olduğu ilk öğretmenlik yıllarına götürmüştü.