Umuda yolculuk umulurken akla gelemeyen dehşet sonrası değişti hayatım. Adriyatik Denizi'nin berraklığında süzülürken ruhum; koca canavarların esaretinde kavruldu bedenim! Ve daha dün ne oyun oynacağımı düşünürken; bugün kaderin çıkmazında zorladım aklımı...
Çocukluğum... Yarınlara dair umutlarım... Nazlı büyütülen o küçük kız çocuğu artık bir esirdi. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı biliyordum! O küçük kız çocuğunun aklı bir tek buna eriyordu. Sonrasında ise büyük bir yeminin ortasında buldum kendimi; "Mademki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı eskisinden çok daha farklı çok daha güzel olmalıydı!" Nitekim öyle de oldu; Venedikli Sinyorina artık Osmanlı'nın Sultanıydı. Evet... Osmanlı'nın Safiye Sultan'ı! Artık kader susmuştu hüküm sırası kaderin acımasızlığında yeşeren o küçük kız çocuğundaydı.
"Safiye'yim ben" dedi. Safiye... Hünkârımın nezdinde anlamı çözülemeyen...
Manası...?
Saf mıydı berraklığı kıskandıran zarifliğiyle; yoksa safir miydi tüm değerli mücevheratları kıskandıran ışıltısıyla?
Benim kalpteki tanımım; Hünkârımın tek soluklu ömrünün soluksuz aşkı gözünün nuru... Aşk-ı ömrünün en kıymetlisi!