Bir kitapçıdaki yeni yayınlar kendi reklamlarını üzerlerine takılı renkli bir kâğıt bandrolle yapıyorlardı:
"Okunmaz bir paçavra... Beyni sulanmış bir ihtiyarın son yapıtı bugüne dek tek nüshası bile satılmadı... Ervin Hörgo'nün en mide bulandırıcı en tumturaklı şiirleri."
"İnanılır gibi değil" diyerek şaşkınlıktan şaşkınlığa düştüm. "Burada bu kitapları satın alanlar çıkıyor mu?"
"Almayacaklar da ne yapacaklar!"
"Ve de okuyorlar mı?"
"Yoksa sizde böylelerini okumuyorlar mı?"
(...)
Parlamentonun önündeki alanda birisi binlerce kişilik bir kalabalığa nutuk çekiyordu:
"Dar alnıma hayvansal bir açgözlülükle çarpılmış yüzüme bir bakmanız yeter kiminle iş tuttuğunuzu hemen anlayacaksınız. Hiçbir meslekten bilimden anlamam bu dünyada hiçbir iş için elverişli değilim özellikle de size yaşamın anlamını açıklayacak ve sizleri bir amaca doğru sürükleyecek bilgim yok. Amacımın ne olduğunu da size anlatayım. Kısa yoldan küpümü doldurmak istiyorum haraç toplar gibi para toplamak istiyorum öyle ki benimki ne ölçüde artarsa sizinki o ölçüde azalsın. Bu yüzden sizleri elimden geldiğince aptallaştırmam gerekiyor. Yoksa sizler kendinizi yeterince aptal mı sanıyorsunuz?"
"Hayır hayır!" diye öfkeli bir uğultu koptu kalabalıktan.
"Madem öyle şunu demek istiyorum vicdanınız ne buyuruyorsa onu yapın. Rakibimi tümünüz de tanıyorsunuz. Soylu elcil bir erkek koca bir kafatası var insanı aydınlatan bir de beyni. Bu kentte onun yanında yer alacak bir kişi var mı?"
"Hiç kimse!" diye kükredi kalabalık tek bir ağızdan.
"Hiç kimse yok" sesleri yükseldi ve yumruklar da havaya kaldırıldı.
Hava karardı.
Gecenin içinde dolanıyordum. Birden kara gökyüzü aydınlanıverdi sanki güneş doğmuş gibiydi pek çok güneş bütün bir güneş sistemi. Alev saçan harfler kıvılcımlar saçıyordu:
"Çalıyoruz aldatıyoruz soyuyoruz."
"Bu ne?" diye sordum Esti'ye.
"Bir bankanın ışıklı reklamı" dedi aldırmazlık içinde.