Türk milletinin her ocağında yüz yılı geçen bir süredir dillerden düşmeyen tarihimizin o çok acı olaylarından biri olan Doksan Üç Harbi ve beraberinde getirdiği büyük felaket nedeniyle asırlar boyu yaşadığı o güzelim topraklardan kopup göç etmek zorunda kalan türlü badirelerle gelip Anadolu'ya yerleşen yüz binlerce ailenin sadece birinin dördüncü kuşaktan bir çocuğu olarak o acılı insanların çocukluğumda anlattıkları acı ve ıstırap dolu anılarını bitip tükenmek bilmeyen Urumeli hikayelerini dinleyerek büyüdüm. Fakat zamanla bunların gerçek birer öykü olduğunun ayrımına vardığımda durum değişti; üstü küllenmiş közler alevlenip birer ateş topuna dönüşüverdi. Yazmalıydım...
"Sürgün Avı" adını verdiğim bu eser asırlar boyu Balkanlar'da yaşamış oraları kendine yurt edinmiş ecdadımızın 18771878 Osmanlı-Rus Savaşı öncesi yaşamlarından kesitlerle başlıyor. Savaş ve sonrası olayları hemen ardından gelen o "Büyük Göç" ve yaşananlar Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesine kadar devam eden çileli bir yolculuğu ve imparatorluğun bitişi ile cumhuriyetin kuruluş yıllarında yaşananları dile getiriyor. Eserde yaklaşık bir asrı kapsayan süreçte unutulmaya yüz tutmuş olaylarla o acılı insanların duygularını özlemlerini düşlerini yaşadıkları o iki dünya arasında sürekli gelgitlerini kaderin bir cilvesiyle bölünmüş olan yaşamlarını anlatıyor.