"Zamana hükmeden mekâna da hükmeder."
Ölmekten değil ne zaman öleceğini bilememekten korkuyordu. Sarayın karanlık odasında celladın ayak sesleriydi zamanı gösteren saat. Zaman aldığı her nefeste ölümdü bedbaht Şehzade için. Tek düşünebildiği celladının boynuna geçirdiği yağlı urganın kendisini nefessiz bırakacağı andı. Ölümden korkmuyordu artık. Korkusu beklemekti. Onun kıyameti zamana hükmedememekti. Kıyamet bilinmezlikti.
Saraydaki kafesinde kıyametini bekleyen bedbaht Şehzade bir anda Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olarak tüm tebaasının ölümünden ve kıyametinden sorumlu oluvermişti. Belki zaferler kazanıp ülkeler fethedemeyecek belki dirlik ve birlik sağlayıp nizamı tesis edemeyecek belki şehirler imar edip Allah'ın adını yüceltecek camiler yaptıramayacaktı. Lakin kullarına bambaşka bir şekilde faydası dokunabilir onlara kıyametlerini haber verebilirdi.
Kıyamet Vaktini Gösteren Saat insanın en büyük paradoksunu anlatıyor. Bir gün öleceğini bilerek ama ne zaman öleceğini bilmeden yaşamak... Yaşamla ölüm arasında korkularının esiri olmuş bir padişahın hırsına gem vuramayan bir sadrazamın maharetli bir saat ustasının dilbaz bir çırağın ve diğer sıradan insanların hayatıdır anlatılan. Devrim Kodakcı Kebikeç ve Bir Çalçene Hikâyesi'nden sonra yeniden okuyucularıyla buluşuyor ve masalsı anlatımı kendine özgü diliyle okuyucusuna yeni bir edebiyat şöleni sunuyor.