"Ankara Çayı bağrına şefkatle basıp muhafaza ettiği sivrisinek larvalarını usul usul
kabuğundan salıyor evlâd-ı haşerattan dokunmuş vızıltı pikesini ana avrat sövmüşmüş
sövmemişmiş hiç aldırmadan civardan geçenlerin burun deliklerine kulak memelerine
doğru sallıyordu. Şımarık şımarık bahar müjdesi vereceğiz diye uçuşan kavak pamukları
terli enselere çıplak alınlara yapışıp kaşındırarak milleti illet ediyordu. Börtü böcek antenini
sallıyor kıllı bacaklarını sıvazlıyordu. Danaburnu topraktaki tohuma uçuç böceği yapraktaki
bite tırtıl yaprağa solucan toprağa saldırıyor peygamberdevesi alayına saldırıyordu. Çocuk
yaşta beyaz bulutlar havai gökyüzünde uzun eşek oynuyor kararsız tavırlarla kâh yavşayıp
kıç kıça sokuluyor kâh gâvur görmüş gibi kopup birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Bahar
gelmişti."
Kün yani 'Ol'... Neleri neleri olduran bir roman Kün. Ölülerin daha da ölebildiği -ya da tam
ölemediği- cami imamıyla ateistin birbirini 'aydınlatabildiği' köpeklerin (hem de Konya
ağzıyla!) konuşabildiği el kadar oğlanın kendisine el kaldıranı haşat ettiği bir âleme kapı
aralıyor. Şerefsizler şerefsizliğin gözüne vuruyorlar 'iyiler' canını dişine takıyor feleğin zarı
hepyek de gelse bir bakıyorsunuz altı kapı alıyor.
Sezgin Kaymaz kendine özgü üslûbu ve hâlesiyle yine eğlenceli ve ürpertili bir hikâye
anlatıyor. Anlattığı hikâyenin heyecanıyla anlatışın neşesi yine birbirini coşturuyor.
'Sıradan' denen insanların 'sıradan' denen hallerinin ve dillerinin usta yazarı Angara'nın
kıyısına rengâhenk bir Konya dekoru kuruyor ayrıca - Eski Konya. Eski taşra yaşantısı...
Sezgin Kaymaz'ın gizemine mizahına olay örgüsüne anlatıcılığına tutulanlar kadar
'yerliliğine' de tutulanlar yok mu? Kün her zevke yetişiyor her şeyi olduruyor!Sezgin
Kaymaz'ın gizemine mizahına olay örgüsüne anlatıcılığına tutulanlar kadar 'yerliliğine' de
tutulanlar yok mu? Kün her zevke yetişiyor her şeyi olduruyor!