Bilimsel bir söylemin kuramsal düzlemde yaygınlaşmasında öncelikle söz konusu alanda çalışan bilim insanlarının yayınları kuşkusuz önemli bir rol oynamaktadır. Gerek kavramsal gerekse yöntemsel açıdan yapılan bilimsel tartışmalarda başvurulan kaynakların çokluğu ve çeşitliliği araştırmacılara farklı bir yaklaşım sağlaması açısından gereklidir. Günümüzde fen ve sağlık bilimlerinde üretilen yayınlarda kullanılan dilin uluslararası anlamda dikkat çekmesi ve yaygınlık kazanması amacıyla daha çok İngilizce olması bilinen bir gerçektir. Ancak sosyal bilimlerde üretilen yayınlarda anadilin kullanımı hala egemen biçimde geçerliliğini korumaktadır. Bunun nedeni belki de fen ve sağlık bilimlerine oranla sosyal bilimlerde işlenen konuların daha çok kaynak kültüre ve anadile bağlı olmasıdır. Başka bir söyleyişle sosyal bilimlerdeki yayınlarda kullanılan dilde geçmiş olgu ve anlatımlara bağlı olan geleneksel yaklaşımın etkisi belirleyici bir rol oynamaktadır. Bilindiği gibi sosyal bilimlerde ele alınan konular soyut ve kavramsal bir anlatımı yansıttığından ele alınan konular ya da öne sürülen savlar en etkin ve ayrıntılı biçimde ancak anadilde kaynağını bulabilmektedir. Çeviri ile uğraşan insanların sıkça yaşadıkları gibi her kavramın ya da sözcüğün başka bir dilde tam karşılığını bulmak bazen çok güç bazen de 'olanaksızdır'. Çeviri yabancı bir dilin sınırlarını aşarak kaynak dili bilmeyen insanlar için bu görece 'olanaksızlığı' bir anlamda ortadan kaldırmaya çalışan bir araçtır. Bu açıdan bakıldığında "Çeviribiliminin Paradigmaları" adlı çalışmamızın amacı çeviribilim konusunda bilimsel bir geleneğin oluştuğu Almancadaki yayınları dilimize kazandırmaktır. Kitaptaki çalışmalar çeviribilim konusunda söz sahibi olan ya da bu alanda yoğun biçimde uğraşan bilim insanların seçkilerinden oluşmaktadır. Ancak çevrilen metinler bu çalışmanın sınırlarını çizerken önceden belirlenmediğinden bir anlamda çevirmenlerin seçimini de yansıtmaktadır. Dolayısıyla çevrilenler arasında bazı önemli sayılabilecek kuramcıların ya da makalelerin bulunmaması doğal karşılanmalıdır. Ancak yine de kaynak dilin Almanca olması ve çeviribilim konusunda isim yapmış çalışmalarda başvurulan ya da bu alanın gelişmesinde katkısı olmuş kuramcıların/bilim adamlarının tercih edilmesi çevirilerde temel bir ölçüt olarak kabul görmüştür. Makalelerde içerik açısından bir bütünlük olmadığından başka bir anlatımla makalelerde çeviriye ilişkin farklı konu ve alanlar irdelendiğinden kitapta içeriksel bir bölümleme yapılmamıştır. Böyle bir çalışmanın ortaya çıkmış olmasının Türk okurları ve bu alanda çalışan insanlar için yararlı olacağı kanısındayım. Bu anlamda çalışmanın özellikle İngilizce dışındaki diller için bir ilk ya da örnek olması önemlidir. Çeviri yapmak bir anlamda erek dilde 'yeni' bir metin oluşturabilmeyi de gerekli kıldığından çevrilecek metni anlamak ve onu anlaşılır biçimde erek dile aktarabilmek çevirmenin belli bir birikime ve deneyime sahip olmasına bağlıdır. Bu da kuşkusuz kaynak metinde anlatılan konuya egemen olmayı ve söz konusu alanda uzmanlaşmayı gerektirmektedir. Bu bağlamda üzerinde durduğumuz bir başka konu da bu çalışmadaki kaynak metinleri çevirenlerin doğrudan çeviribilimiyle uğraşan araştırmacılardan oluşmasıdır. Çünkü bir metnin özünü ve çok düzlemliliğini kavrayabilmek metnin yüzeysel ve derin yapısını 'doğru' çözümleyebilmekle doğru orantılıdır. Bu çözümlemenin aynı alanda çalışma yapan ve yayın üreten bilim insanları çevirinin daha 'başarılı' olmasını artırmaktadır.