İnsan hakları ihlâlleri çok yakın zamanlara kadar bir devletin iç işleri olarak görülürken günümüzde uluslararası hukuk ve politikanın bir parçası hâlini almıştır. Tüm dünyada en çok ihlâlin yaşandığı alanlardan biri din özgürlüğüdür. Uluslararası raporlarda Türkiye sürekli din özgürlüğü konusunda engellerin yaşandığı bir ülke olarak betimlenmekte ve cemevleri din eğitimi diyanet başörtüsü sorunu ve kilise vakıfları zikredilen konuların başında gelmektedir. Türkiye'deki din özgürlüğü sorununun temelinde geleneksel millî laiklik anlayışı yatmaktadır. Özellikle yüksek mahkeme laikliği din özgürlüğünü engelleyecek şekilde yorumlamakta ve bu yaklaşım din özgürlüğünün sık sık ihlâl edilmesine ve iki politik değer arasında sürekli gerilim yaşanmasına yol açmaktadır. Buna bağlı olarak aralarında ters orantı olduğu yani din özgürlüğü genişledikçe laikliğin zayıfladığı ve laiklik uygulandıkça din özgürlüğünün sınırlandığı şeklinde hatalı bir algı oluşmaktadır. Türkiye tecrübesinin oluşturduğu bu algı laikliğin uzlaşılan politik bir değer olmasının önünde psikolojik bir bariyer olarak durmaktadır. Gerçekten bunlar arasında nasıl bir ilişki vardır?
Türkiye'de Din Özgürlüğü ve Laiklik kitabı öncelikle bu soruya cevap arar ve din özgürlüğü ve laikliğin birbirini destekleyen politik değerler olduğunu savunur. İkinci olarak farklı toplumsal yapıların laiklik ve din özgürlüğü konusundaki endişelerini karşılıklı olarak giderecek şekilde negatif özgürlüğü merkeze alan bir gerekçelendirme sunar. Üçüncü olarak Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yeni bir anayasada uluslararası mevzuata uygun bir laiklik ve din özgürlüğü anlayışının yer alması için yol işaretleri koyar. Bunları yaparken Türkiye uygulamalarını merkeze alır ve bu uygulamalardaki sorunlu algılara liberal bir bakış açısıyla çözüm arar.