Bir zamanların ele avuca sığmayan Kotik Ömer'i şimdi yalnızlığını solumaktaydı. Yalnızlığına bir tek gecenin gökyüzü kandillerini ortak edebiliyordu. Gece el ayak çekildikten sonra içini uçsuz bucaksız göklerin zifiri karanlığındaki ışık saçan gece nöbetçilerine döküyordu. Melankolik depremlerin artçı sarsıntıları inceden inceye yüreğini sızlattığı anlarda ise umutsuzluk bulutları olanca kasvetiyle ruhuna çöreklenirdi. İşte o anlarda dünyası başına yıkılırdı. Kendini kapkaranlık derin bir kuyunun
içinde bulurdu. Ne yapsa ne yöne gitse ışığı yakalayamadığı derin karanlık bir kuyu... İyi güzel düşünceden yana hiçbir şeyin teselli etmediği iliklere işleyen karamsarlığın tahakkümündeki çıldırtan dakikaların anaforunda çaresizliği soluklardı.
Tam 'bittim' dediği anda içinde yeşeren ümit fidesi onu tekrar mücadelenin zorlu maratonuna çağırırdı.
Uçurumun kenarına gelip de gözlerin karardığı bir anda alabildiğine uzayıp giden yeşil bir vadinin yamacında kendini buluvermek gibiydi ümit fidesinin yeşerdiği o an...
1459 fidan köklerinden sökülüp darağacında sallandırılamayacaklarına göre gerçekleşmesi muhtemel en kötü senaryo okuldan atılmaları olabilirdi. Bu durumun darağacında asılmaktan pek bir farkı yoktu onlar için!.. Ruhları bedenlerinden uçup gitmese de can verecek olan subaylık hayalleri olacaktı.