Bugün anladığımız anlamıyla İktisat ve felsefe burjuvaziyle birlikte doğdu. Bu yeni sınıf doğa ile insan arasındaki ilişkide yepyeni bir pozisyon almıştı. Burjuva insan-doğa ilişkisini aracısız kuruyordu çünkü ortaçağın tersine tanrıya ihtiyacı yoktu ve kuşkusuz bu devrimci bir durumdu. İktisat ve felsefe işte yeni sınıfın bu yeni pozisyonun ifadesidir. Çıkış noktası "insandır" ve "insan" kökeni itibariyle de burjuvanın ta kendisidir. Onun için Marksizm canlı yaşayan somut insandan yola çıkmayı önerdi. Somut insan genel belirsiz insan kimliği altında toplanamaz bir şeydi çünkü. Onun doğa karşısındaki konumu birbirinden farklıydı. Genel olarak burjuvalar ve proleterler olarak tanımlanmışlardı ve bir proleter gerçekte hiçbir şekilde felsefenin ve iktisadının insanı ile örtüşmüyordu. Marksizm işte bu zihniyetin en sert ve acımasız eleştirisi olarak doğdu. Sonra bir kaza oldu Marksist iktisat ve Marksist felsefe doğdu. Marksizm'in temel metinlerinde açık bir biçimde yapılan felsefe ve iktisat reddiyesi hızla restorasyona uğradı ve her ikisi de hiçbir şey olmamışçasına yollarına devam etmeyi denedi. Felsefe için durum daha karışıktı; Kendisini "tarih üstü" olarak kurgulayan bu düşüncenin tarihselliği apaçık ortadaydı. Felsefe Batı tarihinden ayrılarak anlaşılması mümkün olmayan bir düşünceler yığınıydı. Dolayısıyla bu düşünceyle hesaplaşma ancak felsefenin dışına çıkarak ve tarihin içine girerek yapılabilirdi. Tarihsel Marksizm iktisadi ve felsefi akla karşı yeni bir manifesto arayışı...