Yeniyi bulmak solmayan rengi pörsümeyen güzeli bozulmayan ahengi her dem taze kalanı bulabilmektir önemli olan. Hayatı kaybetmekten daha acı birşey vardır. Hayatın anlamını kaybetmek. Varoluşun çılgın güzelliğini duyamamak. Şahsiyetin kendini ve şartlarını benimseyerek ona derin ve güzel bir şekil vermek olduğunu unutmak. Bir gülün yaprağındaki yağmur tanesini görünce ürperememek. Yolda giderken bir karınca gördüğü zaman."
Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır." diyen Yunus gibi eğilip hayret hayranlık huşu duyamamak. Sabahleyin kalktığında "Ey kapılar açan Allah'ım bize hayırlı bir kapı aç!" diye aşkla heyacanla dua edememek. Bütün bunlar çağımız insanının en belirgin özelliklen değil mi? Cahit Sıtkı "Gittikçe artıyor yalnızlığımız" der. Yalnızlık ve yabancılaşma günümüzde en çok yaşanan ruh halleri. Sevgiyi unutuyor insanlar yolda çarşıda pazarda evde işyerinde ve ne yazık ki bazan da aile içinde... Sigaradan içki ve uyuşturucu tüketimine kadar bütün şer işlerde korkunç bir artış var. Sigara yüzünden eli ayağı kesilenlerin fotoğraflarını hergün yayın organlannda görüyorsunuz. Sorunun insanî ve kültürel nedenlerine bir türlü inilemiyor. O gencecik o ileride pırıl pırıl kişilik örnekleri vermesi gereken gençlerimiz neden eroinin esrarın kokainin kurbanı oluyorlar hem de bile bile.
Kafasında ve gönlünde bir hercümerci yaşıyan değer yargıları alt üst olmuş bir toplumda kime inanacağım neye güveneceğini bilemeyen ahlakî ve insanî dayanaklannı yitirmiş insanların realitede kaybettiğini arayıp bu-
lamadığını hayalde ve ütopyada bulmaya çalışması ne kadar acıdır....
Çağımızda seri imalat nasıl eşyaların tek tip olmasını gerektiriyorsa toplumsal gelişme de insanlann tek tip olmasını istiyor ve bu tek tip olmaya da çağdaşlık uygarlık ilericilik deniyor. Doğal olarak arkasından da yabancılaşma ve ümitsizlik geliyor. Yani insana kıyılıyor. İnsanın varoluşuna öz benliğine fıtratına ihanet ediliyor. Yabancılaşma çağdaş uygarlığın ümitsizlik tablolarını teşhir ediyor. A.Camus "Sırtımızı doğaya çevirmiş güzellikten utanıyoruz. Zavallı tragedyalarımız bir büro kokusu içinde sürüyor. Akıttıkları kanlar mürekkep pıhtıları renginde..." derken durumu ne güzel belirtiyor.
J.P. Sartre nin dediği gibi "Artık toplumlarda sözde düşünür sözde aydınlar var. Gerçek düşünür ve gerçek aydınlar değil." Arabesk müziğin felsefesi gerçekte bir uyuşturucu felsefesi değil midir? Kentin kabul etmediği köylü de Batının kabul etmediği şehir de "Batsın bu dünya!" diyor "Tanrım beni baştan yarat!" diyor. 'ölürsem kabrime gelme!' diyor. İkisi de uyumsuzluklarını unutmak için büyük kaçışlara ihtiyaç duyuyorlar. Köprü altındaki çocuktan sosyetedeki hanıma kadar bunu uyuşturucuda keyif verici maddelerde arıyorlar.