"Harâb" yıkık dökük viran; sarhoş kendinden geçmiş gibi anlamlara gelir. "Âbâd" ise onun tam tersine mamur bayındır manalarını ihtiva eder. Aynı zamanda bir sözcüğe eklendiğinde onun çok bulunduğu yeri ifade eder. Örneğin şems-âbâd güneşi bol olan yer; feyz-âbâd suyu bol feyizli yer anlamlarını taşır. Harâb-âbâd ise her yerin harap olduğu bir mekânı niteler. Ancak sözcüğün içinde gizliden gizliye bir mamurluk vardır. Bu sözcük benim dünyamda klâsik şiirimizin günümüz perspektifinden görünümüne tercüman olur.
Nesîm-i subh ile hayat bulan gül bahçesine sonbahar ermiş tazelik ve güzellik yavaş yavaş kemalden zevale intikal etmiştir. Ancak bülbüller gülün soluşundan duydukları üzüntüyle figana devam etmektedirler. O bahçe metruktur harap olmuştur. Ama diğer yandan onun güzelliğine hala ilgi duyan ve onu tanımak isteyenler mevcuttur. İşte o harap bahçe gönülleri abat etmeyi sürdürmektedir. Ben de bu yüzden eski şiirimize yeni dünyanın penceresinden baktığım denemelerime "Harâb-âbâd" ismini uygun gördüm.