Doğru söylemiyordu. Sözünü etmişti ya ev mev aramamıştı. İçinden gelmiyordu aramak. Daracık çatı katında onu bırakmayan bir şey vardı sanki! Reyhan'la bölüştüğü mutlulukların o dağınık odaya sinmiş anıları mıydı? Olabilirdi niye olmasındı! Korkacak bir an önce kaçıp kurtulmak mı isteyecekti yani! Ondan değil de tembellikten bir iş yapmaya karşı isteksizlikten belki. Bu isteksizlik neden peki? Ne bileyim; anlamı yok. Yaşayıp gidiyordu da bu anlamsızlık duygusunun kişiyi yığınların arasından çekip çıkararak yalnızlık ateşinde kıvrandıran acımasız bir ejderha olduğunu derin bir ürpertiyle sezinlerken şimşek çakar gibi bir soru da dikilmeye başlamıştı kafasında.
Vedat Türkali beş yıl aradan sonra yazdığı bu romanında Türkiye'nin 70'li yıllarına ayna tutuyor. Üniversiteli sol görüşlü bir gencin gözünden Türk siyasi tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birinin geniş bir panoramasını verirken barınamadığı bir toplum içinde yolunu çizemeyen Muhsin'in tutkulu ilişkilerini de bu zor günlerin öyküsüne katıyor. Kökleri o yıllara dayanan ve günümüzde çokça tartışılan siyasal gelişmeler sağ-sol çatışmaları toplumsal güç olarak din ve sendikalaşmalar gibi konuların ve olayların bir nehir gibi aktığı roman 12 Eylül darbesine doğru giderken kahramanlarının hayatları üzerinden bir döneme farklı bir bakış açısı getiriyor.