Murat on dört on beş yaşlarında hareketli cana yakın çocukluktan yeni çıkan yüzüyle hep gülümseyen bir delikanlıdır. Güldüğü zaman yalnız dudaklarıyla değil gözlerinin içiyle gülen çevresine mutluluk saçan bir kişiliğe sahiptir.
Salih Reis eski bir süngerci ve dalgıçtır. Yüzü yıllar içersinde güneş rüzgâr ve deniz suyuyla esmerleşmiş sevimli bir ihtiyardır. Yüzüne bakanlar onun yüzünde bilge gün görmüş bir ifade görürler.
Yaşlı balıkçı Salih Reis ile torunu Murat Ege Denizi kıyısında ilginç mimari dokusuyla turistlerin uğrak yeri olan eski bir Rum köyünde yaşamaktadır. Dede torun emektar balıkçı kayıklarıyla Ege Denizi'nin bir oya gibi işlenen girintili çıkıntılı koylarında yaz aylarında birlikte balık avlamakta tuttukları balıkları satarak geçimlerini sağlamaktadır. Günlerini sürekli dedesiyle denizde geçirdiği ve serüvenli bir yaşam sürdüğü için arkadaşları Murat'a "Denizin Çocuğu" adını takarlar.
Salih Reis ve Murat'ın yaşamı bir gün Yunanistan'dan köylerine gelen iki gezginle karşılaşmalarıyla bir anda değişir. 1924'te mübadele ile Yunanistan'a göç eden bir ailenin üyesi olan Margisa Hanım atalarının yaşadığı toprakları görmek için torunu Stella ile çıka gelir. Stella ile Murat bir anda yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi bir duyguyla yakınlaşırlar.
Ahmet Zeki Muslu bu kez bir yaz mevsiminde yaşanan ilginç olayları akıcı ve sürükleyici bir dille geçmiş ile günümüz arasında bağ kurarak zorunlu göç sonucu yurt değiştirmek zorunda kalan insanların yaşadıklarını anlatıyor.
Anadolu yurt edinmeyi bilen her soydan insan için bir karakter; kimlik ve kişiliğe mihenk taşı. Göçebesi için doyulan yerleşiği için "doğulan" yurt.
Denizse özgürlük. Diri ve taşkın yüreğin imgesi; dizginsiz gençlik gibi.
"Denizin Çocuğu" her tümcesiyle yurt ve deniz sevgisinin rıhtımında ufuklar öte bir aşk öyküsü. Her türlü ön yargıyı mat eden bir aşk. Aşk ve yurt buluşmasında yaşanan üç kuşağı halkalayan bir haz ve acı kutsaması.
Kişiler göçürülse de yürekler göçürülmüyor...