Mardin Havaalanı elinde minik bir demet kuru beyaz pelesenk ve mor leylak tutan otuz beş yaşındaki Rabia dört yaşındaki ikiz kızları ve yetmiş yedi yaşında beli kemik erimesinden dolayı bükülmüş Ana için kâğıtla kalemi geride bırakan ve zamanla vakti sonsuza dek ayıran son kapı olacaktı. Bu kadınlı çocuklu kafile Mardin Havaalanına adım atar atmaz yazı yazmayı ve şimdiye dek bildikleri zamanı gösteren tüm saatleri sonsuza dek arkalarında bırakmış olacaklardı. İzmir uçağının iniş saati ile birlikte bu kafile için zaman son kez bugün bildiğimiz anlamda bildirilecekti. Çöl insanlarından Ensar soyunun tüm özelliklerini üstünde taşıyan ve Rabiayla her iki âlemde bacıkardeş olmuş babayiğit Yusuf Ensarinin elindeki beyaz bir kartonda "Çuha Çiçeği Oteli saat 09:00 İzmir-Mardin Uçağı" yazan bekleyişi ise bugün bildiğimiz anlamda yazılı olan son şey olacaktı. Bir yeri ya da zamanı gösteren herhangi bir saat bundan sonra hiçbir yere yazılmayacaktı. Çünkü artık yazı da olmayacaktı zaman da. Artık vakit vardı ve bu kadınlar ve bu ikiz kız çocukları çok kısa bir yolculuktan sonra binlerce yıl öncesinde bu topraklarda olduğu gibi yeniden yazısızlığa ve zamansızlığa geri dönmüş olacaklardı.
Öte yandan kafiledekiler şimdi ne zamanla ne onu yazmakla ne de herhangi başka bir şeyi yazabilmekle ilgili bir mücadele verebilecek durumda değillerdi. Çünkü Mardin Havaalanına inen İzmir uçağının kapısından çıkıp da havaalanı binasına girinceye dek geçen sürede yaşadıkları sıcak hayatlarında başka bir şeye yer bırakmamıştı.
Öyle ki Mardin Havaalanı bir daha hiçbir Ağustos güneşinde böyle kavrulmayacaktı. Hava o kadar sıcaktı ve bu kolay baş edilir bir sorun değildi!