Ah Dersim!
İçimdeki acıyı ve öfkeyi nasıl dindirebilirim? Hâlâ kanayan bu yaramı nasıl iyileştirebilirim? Künyesini yüreğime gömen deryalaşmış bu ağıtı tarihe nasıl emzirebilirim ki dilimde dile gelmiş olsun. Kendi dilinde dile getirilemeyen bu acının dizeleri hangi tarihe sığabilir hangi kitabın sayfalarına taşınabilir?
Geleceğin gözbebeğinde ışık tayfı olan kahramanlarımızın sırrı biz geride kalanlara bir çığlık bıraktılar!
Payıma niye böylesine kavurucu bir ateş düştü?
Ah Dersim ah!
Dağı taşı yeri gögü suyu bitkisi dile gelse de beni bu ızdıraptan çekip alsa. Lal olmuş halimle seni nasıl anlatabilirim? Senin acın diğer dillere sığacak kadar derin değil mi? Yürekleri titretecek sesi rüzgara eşlik edecek yaprağı taştan taşa çarpan suyun tanelerini konuk edecek yeri bilebilsem suskun kalır mıydım bunca zaman!
Gel otur şuraya; görmeyi duymayı ve anlamayı sağlayan ne varsa bir sofra gibi sun ki yaram kabuk bağlasın. Yüreğimde sızlayan bu çığlık kutsallığını kaybetmiş tarihe masal insana hikâye kitaba satır olmasın.