Luca yüzünü gizleyen saçları kapüşonun altında saklı kızdan gözlerini alamıyordu. Doğan güneşin altın rengi ışığı altında Başrahibe Isolde'ye uzun uzun baktı genç adam. Onu ilk kez görüyordu. Yay gibi kahverengi kaşlarının altında parlayan gece mavisi gözler kusursuz bir burun ve baştan çıkarıcı sıcak dudaklar...
Derken Luca kızın kana bulanmış ellerini fark etti. O anda hem ölümüne korktu hem de Isolde'nin ürkütücü güzelliğinin esiri oldu. Karşısında cennetle cehennem arasındaki en kötü şey duruyordu: Düşmüş bir melek.
Orta Çağ'ın en büyük korkularıyla -kara büyü kurtadamlar ve delilikle- yüzleşmek zorunda kalan Luca ve Isolde kaderin izinde aşkı ararken Hristiyanlığın sınırlarını koruyan ve Karanlık Düzen'in sırlarını elinde tutan gerçek bir tarihi karakter de onlara eşlik ediyor.
Luca Vero on yedi yaşındaydı. Dinden sapmakla suçlanmış ve on bir yaşında girdiği manastırdan kovulmuştu. Tam o sırada karşısına gizemli bir yabancı çıktı ve Luca'yı dünyanın sonunun geldiğini gösteren işaretleri araştırmakla görevlendirdi. Mühürlü zarflardan çıkan emirleri takip eden Luca Hristiyan dünyasını yöneten korkuların haritasını çıkaracak ve iyiyle kötünün en uçlarda gezdiği yerlere seyahat edecekti.
On yedi yaşındaki Isolde ise mirasına konmak isteyen ağabeyi tarafından manastıra gönderilmiş ve başrahibelik görevine getirilmişti. Fakat manastırda tuhaf bir şeyler dönüyordu. Rahibeler hayaller görerek deliriyor uykularında kalkıp geziyor ve uyandıklarında vücutlarında kanayan yaralarla karşılaşıyordu.
Luca manastırdaki olayları araştırmakla görevlendirilince hemen yola çıktı ve işe koyuldu. Tüm kanıtlar Isolde'nin suçlu olduğunu gösteriyordu. Dış avluda Isolde'yi cadılık suçlamasıyla yakmak için odun yığınlarını hazırlamaya başlamışlardı bile...