Bir yarayı o yaranın verdiği sızı ve acıdan bağımsız düşünebilir misiniz?
Eğer düşünebiliyorsak o zaman yanılgıların esiri olmuşuzdur!
Ya da umutlarımız yerine başkaları için savaşıyoruzdur.
Bu bir anlamda hayatımızı sahipsiz bırakmaktır.
Oysa hayatımız kaderimizdir.
Ve kader hayattan daha kuşatıcıdır.
Hayatımızdan vazgeçebiliriz ama kaderimizden kaçamayız!
Fakat zaruretin ve ihtimalin bilimlerini karıştıranlar apaçık bir metin şeklindeki hayatı ve dünyayı hep yanlış okur!
Eğer Batılı zihnin vazettiği gibi hayat basit bir kronolojiden ibaret olsaydı özgürlük adına imandan akla göç edenler huzura ererdi.
***
Söylenceye göre akıl sanat strateji ve barışın simgesi Minerva'nın baykuşu sadece alacakaranlık başladığında uçarmış.
Güneş doğmadan önce veya battıktan hemen sonra ortaya çıkan o belirsiz ışıklar içinde göğe kanatlanırmış.
Bir dünya yok olurken başka bir dünya hep oluşum halindedir.
Özellikle de şu an yaşadığımız dünya kabile ile emperyalistin mit ile teknolojinin çevre ile merkezin ölümcül kapışmasına sahne oluyor.
Biz göremezsek de tarih eşiğin ve çatlağın hemen yanı başında duruyor.
Batı artık çözülüyor Pax-Americana ile nitelenen Atlantik Çağı sona eriyor!
Zıtlar giderek çoğalırken kutuplar ve ayrışmalar yükselişte.
Küresel masallar ve büyük anlatılar asrı bitti hibrit yani melez bir kültürel dönemdeyiz.
***
Yeni bir çağ başlıyor.
Ama gerçeği kabullenmekte zorlananlar hakikate kast etmekten vazgeçmiyor vazgeçmez.
Hegel hayatı ve dünyayı kasten yanlış okuyanları "mutsuz bilinç" kavramıyla tanımlar.
Bu ifade celladına aşıklar için kullanılan Stockholm Sendromu'ndan daha sistematik ve daha kültürel bir psikoza/köleliğe işaret eder.
Zaten bu yüzden erdemden yoksun bütün hak adalet ve hürriyet söylemleri eninde sonunda birer patolojiye dönüşür.
Yine de umutsuzluğa kapılmamak gerekir!
Çünkü irade 'immensum'dur.
Yani ölçülemez.
Yani hiç bir şey değişmez değildir.
Sadece şunu unutmamak lazım!
Dünya ve zaman ne kadar değişse de insan hep aynıdır!