"...Sibirya soğuklarının ortalıkta kol gezdiği kimseye göz açtırmadığı Moskova'daki dükkânda ikisinden başka kimsenin olmadığı bir başka gün ise Ergin her teli bir altın sarı saçlarını okşadı. Kolunu ceren çebici gibi ürkek üstelik yabanıl 'Rus güzeli' tanımını fazlasıyla hak eden Natalya'nın yuvarlak omuzlarına attı:
/'Seni sana anlatmak için anadilim Türkçe bile yetersiz kalıyor'/ dedi. Heyecanın kuruttuğu dudaklarını tuhaf sabırsız bir kösnüllüğün araladığı genç kadının etlice dudaklarına götürdü aşkın özsuyunu içmeye başladı.
/'Sen yüreğin dilini biliyor musun Natalya?'/ diye sordu. Genç kadının yanıtı Ergin'in yüzüne tanımı güç ölçüsüz bir sevgiyle bakmak oldu. /'Yüreğin tek bir dili vardır; adı sevgidir onun. Sevdiğinin konuşma dilini bilmeyebilirsin. Ama yüreğinin dilini bilmemek olmaz. Eğil kulağını göğsüme koy ve dinle. Yüreğimin Na-tal-ya Na-tal-ya diye adını sayıkladığını duyacaksın.'/
Eğildi; onun dediğini yaptı. Kalbinin atışları gerçekten adını ezberliyordu ama Natalya onları gönlünün sonsuz derinliklerinden gelen aşk ezgilerine benzetti ..."