Soğuk savaşın bitimiyle uluslararası ilişkilerde köklü değişiklikler yaşanmış daha önce geçerli olan jeopolitik değerlendirme ve görüşler değişime uğramıştır. Yapısal nitelikli bu değişim birçok ülkenin yanı sıra Rusya ve Türkiye'nin de dış politikalarının yeniden şekillenmesine yol açmıştır. İki ülke arasındaki ilişkiler bu değişimden nasibini almış ve neticede iki tarafı da tatmin edecek işbirliği şekillerinin araştırılması ve bu alanda yeni ilkelerin belirlenmesi aşamasına girilmiştir. Bunun sonucunda daha önce geçerli olan jeopolitik değerlendirme ve görüşler değişime uğramış iki ülke ilişkilerinde onlarca yıldır ulaşılmış sonuçlar SSCB'nin dağılmasıyla ortadan kalkmıştır. Oluşmakta olan yeni koşullar ikili ilişkilerin şekillendirilmesine yönelik yeni yaklaşımların ortaya konmasını zorunlu kılmıştır.
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD'nin yanı sıra Rusya Çin Hindistan AB gibi diğer aktörler de uluslararası sistemde etkin rol oynamaya başladılar ve küresel/bölgesel anlamda ABD'nin rakipleri durumuna geldiler. Kısacası dünya çok kutuplu bir yöne gitmeye başladı ve dünyanın jeoekonomik jeopolitik ve jeostratejik ağırlık merkezi Avrupa-Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik yönüne kaymaya başladı. Güç ekseninin Batıdan Doğuya doğru kayması şeklinde özetleyebileceğimiz bu dönemde jeopolitik mücadelenin hammadde ve enerji kaynaklarınca zengin olan Afrika-Avrasya ekseni üzerinde yoğunlaştığını müşahede etmekteyiz. Söz konusu eksende enerji kaynaklarının ve güzergâhlarının önem kazandığı dinamik ve çok aktörlü bir uluslararası yapının ortaya çıktığı görülmektedir. İkisi de Avrasya ülkesi olma özelliğine sahip Balkanlardan Orta Asya'ya Afrika-Ortadoğu'dan Kafkasya'ya kadar geniş bir bölgede tarihsel ekonomik siyasi ve kültürel bağları bulunan Hazar'dan Karadeniz'e Akdeniz'den Adriyatik denizine kadar geniş bir coğrafyada çakışan ve birleşen çıkar algılamalarına sahip iki ülke olan Türkiye ve Rusya'nın ikili ilişkilerinin yeni jeopolitik veriler ışığında tekrar değerlendirilmesi gerekmektedir.