"Arno ormandaki adamı düşündüğünde içinde hayal gücünü harekete geçiren yüzlerce soru uyandıran bir merak kıpırdanmaya başladı. Bu gizemli yabancı kimdi? Neden o kulübeye sığınmıştı?
Hayal gücü oradan oraya sıçradıkça merak umudu besliyor ve yabancı adamın görmediği yüzü babasının bildik yüzüyle yer değiştiriyordu. Ya gelen babasıysa..? Ya onlara sürpriz yapmak için saklanıyorsa..? Belki de yardıma gereksinimi vardı? Belki de Arno'nun yardımına!"
İtalya'nın bir köyünde herkes yaklaşan kuyrukluyıldızdan söz ediyordu. Böylesi yıllardır görülmemişti. Ama kimse göklerin bu makyajsız kraliçesini Arno kadar sabırsızlıkla beklemiyordu. Çünkü onun tek bir dileği vardı: Babasının eve dönmesi. Ancak ne kardeşi onun kadar önemsiyordu bu dileği ne de annesi Myriam. Hayatları onları seven ama kendi prensiplerinden ötesini görmeyen bir adamın yakınında sürerken köydeki terk edilmiş kulübenin bacası yeniden tütmeye başladı...
Bazen sadece bize anlatılanın güzelliğiyle ayakta kalmak isteriz. Bazen hayatı sadece hayallerimizin aydınlattığı kadarıyla görmektir bize iyi gelen. Umutla mutluluk yan yana yürüdüğünde o yolu başkalarının kendi doğrularıyla çizmesini istemeyiz. Gerçeklerin yükünü öykülerle hafifleten Angela Nanetti büyülü bir anlatımla kaleme aldığı romanında soruyor: Mutluluğun ne kadarı uyum ve kabulleniştir ne kadarı hayal ve arayış?