Büyük avlusunda bir çınar etrafında sıra sıra dükkânlar...
Bir zamanlar tahıl ve pirinç satılan Pirinç Hanı o günlerde artık adını taşıyan bir hayatı sürmüyordu. Hana deri girer ayakkabı çıkardı. Dökümcülerde; yanma patlayan madenden kör olma hanın günlük olağan işlerindendi. Demirciler demir döver ortalık çın çın çınlardı. Marangozlardan hızar sesi somyacıdan gıcırtı eksik olmazdı. Herkesin işi çok ağır şartları çok zordu...
Ve Mezeci İsmail Hakkı'nın küçücük dükkânı...
Önünde kocaman bir üç tekerlekli camekânlı araba...
Ve de yoksulluğun garipliğin aşk acısının çaresizliğin sessiz tanığı ücretsiz iş gücü; Mezeci Çırağı...
Çok kuru döktü çok askı devirdi çok azar işitti çok dayak yedi...
Ama o küçük yaşında Pirinç Hanı'nın 70'li yıllarının hem gözü hem kulağı oldu...
Artık meydandaki çınarın gölgesinde kahvenizi yudumlarken;
Bir mezeci çırağı olmanız işten değil...