Descartes'la birlikte Batı zihniyeti adım adım Tanrısızlaştırıldı. Nietzsche'nin "Tanrı öldü" çığlığı bunu sadece ilan ediyordu. Nereye demirleyecekti artık insanoğlu gemiyi? Kim garanti verecekti bu kıyının salim ve kalıcı olduğuna? Ve "salim" bir kıyı var mıydı sahiden de? Buzlu camlar ardında kendi yüzünü arayan Batılı insan aklın bu umutsuz seyahatinde demirleyebileceği bir kıyıyı bulamadı belki ama gemide yaşayanlar için metafizik göndermeleri içeriye sevkedecek bir tutkal bulmuştu. Bu tutkal hem bir metafizik asabiye ihtiyacını karşılayacak hem de "dışarıya karşı" toplumu zinde tutucu bir coşkuyu barındıracaktı. Bunun adı milliyetçilikti.
Milliyetçilik sosyal bilimlerin kör noktası olmaya devam ediyor. Gerek teori öncesi aşamada gerekse sonrasında sosyal bilimlerin felsefi sınırlarını zorlayan örneklerle karşısına çıktı milliyetçilik ve bukalemun vasfıyla da birçok makro-teoriyi çıkmaza soktu. Onun hem yeryüzü ölçeğinde evrensellik kazanmış olması hem de her ülkede evrenselliğe meydan okuyan bir çerçeve çizmiş olması sosyal bilimcilerin işlerini kökünden zorlaştıran bir boyut içeriyor.
DEĞİŞEN MİLLİYETÇİLİK TARTIŞILAN SINIRLAR'da milliyetçilik alanının en etkili beş uzmanı sizi farklı ufuklara taşıyacak bir tartışmaya çekiyor. Beyin fırtınasına hazır olun.