Her yanımızı kuşatan bir borç ilişkisiyle yaşıyoruz. Devlet borçlarından kamu borçlarından şirket borçlarından bireysel borçlardan söz edilip duruyor. Üstelik tüm bu borçlar ödendiğinde hiçbir sorun kalmayacakmış ekonomi düzlüğe çıkacakmış gibi tezler savunuluyor. Bunun tam tersini iddia eden Lazzarato tam da borç ilişkisi ekseninde Nietzsche Foucault Marx Deleuze ve Guattari'yi yeniden yorumlayarak borcun bir iktidar dispositifi olarak nasıl kurulup işletildiğini tartışmaya açıyor. Borç ilişkisinin ekonomik değil paranın toplumsal gücünden gelen politik bir ilişki olduğunu finans sermayenin hâkim olduğu bir değerlenme sürecinin temel ilişkisi haline geldiğini ve asla reforme edilemeyeceğini geri döndürülemeyeceğini iddia ediyor. Zira bu "sonsuz borç" ilişkisi sermayenin sadece mevcut üretme kapasitelerimizi ve emek zamanlarımızı değil gelecekteki kapasitelerimizi ve yaşam zamanımızı bugünden satın almasına "mümkün olanı" şimdiden mülkleştirmesine olanak sağlıyor. Her birimiz borçlarımızı yönetmeye çalışırken borçla yönetiliyoruz. Dolayısıyla borç ilişkisine girmeden yaşama ihtimalini bile düşünemiyor borçları ödemek için biteviye çalışıyoruz. Ücret artışı yerine bankalardan borç talep ediyoruz. Kamusal sosyal güvence yerine bireysel sigortalara toplu sözleşmelere değil bireysel sözleşmelere yöneliyoruz. Emeğin hapishanesi artık fabrikalar ve ücret ilişkisi değil bankalar ve borç ilişkisi. Lazzarato'ya göre eskiden grevlerle firar ettiğimiz bu hapishaneden şimdi borcu reddederek firar etmenin zamanı!