"Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Osmanlı toplumunun büyük bir kısmı giysilerinde kullandığı kumaşları evindeki el tezgâhında kendisi dokuyor tasarımını ve biçkisini kendisi yapıyor ve giysilerini yine kendisi elde dikiyordu. 1870'lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu'na gelmeye başlayan dikiş makineleri değişim sürecini oldukça hızlandırmakla birlikte daha henüz yaygın olarak kullanılmaya başlanmamıştı.
Osmanlı toplumunun yaklaşık yüzde doksan beşini oluşturan halk o zamanki deyimiyle "ısmarlama" veya "hazır elbise"ye pek rağbet etmiyordu. Terziye gitmek isteseler bile çoğunun satın alma gücü buna pek yeterli olmuyordu. Hali vakti yerinde olanlar ise elbiselerini diktirtmek için bu işi yaparak hayatını kazanan profesyonellere yani terzilere başvuruyordu. Terzilere gitmeyi seçen kalburüstü "kibar" Osmanlılar gittikleri terzihanelerde kendilerine o zamanki deyimlerle "elbise dikiniyor" ve "kıyafet yapınıyor"lardı. Osmanlı İmparatorluğu özellikle de İstanbul şehri ondokuzuncu yüzyılda terziler için adeta bir cennet teşkil ediyordu. Devrin lüks tüketim anlayışına göre dayanıklı "İngiliz kumaşı"ndan yapılmış ve Frenk -yani işinin ehli "ecnebi"- terziler tarafından en son modaya uygun olarak biçilip dikilmiş kaliteli bir elbise sahibinin ne kadar ince kibar şık zarif zevkli zengin ve prestijli olduğunun bir göstergesiydi; kısacası bir zerâfet seçkinlik ve statü sembolüydü.
Bu çalışmada çeşitli dönemlerde Osmanlı kadın dergileri etrafında gelişmiş üç "İslâm terzihânesi" girişiminin hikâyesini okuyacaksınız: Hanımlara Mahsûs Gazete'nin Terzihânesi (1895) Şişli'de Kız Sokağı'nda 18 Numerolu Hâne (1901) ve Kadınlar Dünyâsı'nın Terzi Evi (1913). Bu terzihâne teşebbüslerinden yola çıkarak sonuç bölümünde incelediğimiz kadın terzilerin üretim tarzı ve bu üretim tarzı içerisinde Osmanlı hanımlarının terzileriyle birlikte geliştirmiş oldukları üretim ve tüketim ilişkileri üzerine küçük bir analiz denemesi de yer alıyor."