Türk Edebiyatına polisiye-korku alanında yeni bir soluk getirmeyi amaçlayan romanda Orta Anadolu'daki küçük bir şehre üniversite okumaya gelen birkaç kişinin başlarına gelen gizemli olaylar sürükleyici bir dille ele alınıyor.
Yüzü dökülüyordu. Yüzünden sitem akıyor avuçlarını vücudunun en güzel yeri olarak tasvir eden bir ruh hali içerisinde adımlıyordu. Yıkık binanın en alt katına usulca girdi. Pencereler kapalıydı. Zaten penceresi de yok gibiydi. İçerisi ayazdı. Soğuk vuruyordu. Soğuk damarları kaskatı edecek kadar soğuktu. Yazmam lazım diye mırıldandı. Yazmak unutmak demekti. Ya da hatırlamak. Sahi hangisi daha afilliydi? Unutmak dedi. Unutmak daha kolay. Cebinden tek sigarasını çıkardı. Yakmayı düşündü. Vazgeçti. Duraksadı daha doğrusu. Yakmak için erkendi. Eğildi. Belli ki yerde bir şeyler arıyordu. Belki küçük bir böcek. Böyle en siyahından. Ruh gibi. Simsiyah. Gezindi biraz. Sonra olmayan pencereye yöneldi. Kenarına kadar geldi. Sigarasını yaktı. Böceği bulamamıştı. Pencereden dışarıya baktı. Siyah gördü. Öyle ya duvarlar da siyahtı. Vatandaşın lügatında "kara".