Hazırlıksız yakalandığımız bünyemizle uyuşmayan modern kapitalist yaşam biçimi bizleri durup düşünmekten alıkoydu. Arkamıza dönüp bakamaya dahi fırsatımız yok. Kısacası şehrin ruhunu okuyamıyoruz. Durumumuz üretim bandındaki makine dişlisinden farksız. Oysa tarihi-kültürel mirasımız şehirlerin hafızasıdır ve geçmişle geleceği birbirine bağlar. Geleneğinden habersiz hafızasını kaybetmiş şehir beton ve demir yığınından ibarettir. Geleceğini de inşa edemez. Şehrin özellikle iç kısımlarında ikamet eden çalışan insanlarımız dahi her gün gidip geldikleri yolu değiştirip farklı bir yolu denemez. Hâlbuki bir arka sokakta belki elli yıldır görmediği ecdat yadigârı sanat harikası bir çeşme kütüphane hamam veya bir lezzet durağı vardır. Mesela tarihi yapıların güneye bakan cephelerindeki merhamet abidesi kuş evlerini yine camilerin dış duvarında silinmeye yüz tutmuş güneş saatlerini köşe başlarında hala kalıntıları bulunan zarafet sembolü sadaka taşlarını kaç şehirlimiz bilir? Şehrin kadim hikâyeleri ruhu ve zenginliği işte bu detaylarda gizlenmiş keşfedilmeyi bekliyor. Fakat bu keşfi gözlemlemeyi yapmak için farkındalık lazım. Zamanın hızını bazı zamanlarda farklı yönlere itip arkamızda sağımızda solumuzda neyimiz kalmış hangi değerlerimizi görmezden gelmişiz öğrenmeliyiz. Ancak o zaman şehri anlayabilir hissedebilir yaşayabilir ve şehirli olabiliriz...