...O yaşama yukarıdan bakardı. Hoşgörülü esprili bilgili... Kuruntulardan can sıkıcılığından uzak bir yanı vardı. Nobran insanları bile dize getirecek enerjiye sabra sahipti...
"Yaşamın tümü örülen bir duvardır! Her insan kendi duvarını ören bir duvar ustasıdır. Kimi mahir kimi acemi olsa da...
Ve anlar o duvarın tuğlalarıdır!" derdi...
Banyodan çıkıp salona yöneldiğimde aklımın dibine vurmuş sorularla meşguldü beynim;
"...Mutluluk insanlar için sıradan bir şeye dönüşürse ne olur? Ortada hiçbir neden yokken banyoya kapanıp neden ağlar bir kadın?" Tüm bu soruların kırk yaşıma bastığım için bir geçiş dönemine ait sorular olduğu kanısına varıyorum. Ama kendime yaptığım açıklamalar bana yetmiyor...
Günlük işlerimi bitirdikten sonra salona geçip ayaklarımı uzattığım kanepeden yanımdan eksik etmediğim küçük radyodan "Mozart'ın Kırkıncı Senfonisi'ni dinliyorum...
Nasıl da denk gelmişti; melodiler kırkıncı yaşımla birlikte iç dünyamdaki iniş ve çıkışlar gibi biranda yükselip biranda irtifa kaybediyorlardı...
Kafamdaki sorgulama piramidinin içinde kayboluyorum müziği dinledikçe.. Peki ne istiyordum ben? Hayattan beklentim neydi de şu an kendimi bu kadar ıssız yalnız hissetmeye başlamıştım? Bir yandan yaşantımda değişik bir şeyler yapmak istiyor öte yandan yapmak istediğim değişiklikler gözümü korkutuyor düşüncelerim sürekli kendini tekrarlıyordu...