O günleri kesik kesik hatırlıyorum. Gelenler gidenler bazı fısıltılar "Nasıl olmuş nerede olmuş arabayı kim kullanıyormuş hemen mi ölmüş?" Bunlar çok mu önemliydi? Biz oğlumuzu artık ebediyen göremeyecektik. Kolumuz kanadımız kırılmıştı. Dünya hiçbir zaman bize eskisi kadar güzel görünmeyecekti. Tavsiye edilen teskin edici ilaçları şiddetle reddettim. Acımı uykuya boğdurmayacaktım. Bu acıyı iliğimle kemiğimle an be an yaşayacaktım. Gözyaşlarım hiç kurumadı. Onlar sicim gibi indiler. Çok konuşamıyordum. Ama içimden dudaklarımın ucunda hep söyleyecek sözler vardı. Acımı dile getiren bu sözlerin adına "şiir" denebilirdi. Artık her köşede bir defterim kalemim o uzun ve uykusuz geceler boyu bana yoldaşlık ediyordu.
Yazarken oğlumla konuşuyordum. Sitem ediyordum. Niye bırakıp gittin diyordum. İlk ağıt Cahit Sıtkı'ya isyandı. Neden yalan söyledin Cahit Sıtkı? Hani 35 yaş yolun yarısı idi.
Tamamı bile olmadı diye uzayıp gidiyordu sitemim. Defterlerimden birine şöyle bir alıntı yapmıştım: "Yaşam bir hak ölüm zorunlu bir görev olsa da onunda uygun bir saati olmalıydı." Yazan doğru demiş ama olmadı işte uygun bir saati.