Bu roman kendilerine Alevî de denilen Kızılbaşların günümüzdeki hikâyesidir. Ülkemizin meçhul bir dağ köyünde geçen bir öyküdür bu... 27 yıldır Bektaşîlik üzerine çalışmış bir ilahiyatçı akademisyen olan yazar kendisini düşünce ve ruh dünyası açısından Yesevî geleneğine bağlı hissetmektedir. Yesevîlik İslâm'ın Mâturidî yorumuyla birlikte bir Türk İslâmı biçiminde romancının akıl ve gönül dünyasını oluşturmuştur. Bu bağlamda Yesevîliğin Anadolu'da yeniden filizlenmesi şeklindeki Kızılbaş yoluyla pek çok hususta duygu birliği hâlindedir. Hiçbir roman tarafsız kaleme alınamaz bu da yazarın ruh ikliminden Kızılbaş evrenine Bektaşîliğe tahtacılara tasavvufa dervişlere kamlara (şamanlara) Türkmen geleneklerine ve Türk dünyasına bakışını ortaya koymaktadır. Eser "Dede torunu" bir veterinerin toplumunun inançlarını ve ibadetlerini kaybetmeden yaşaması için verdiği mücâdelenin hikâyesidir. Romanda memleketimizdeki şehir isimlerine mümkün mertebe yer verilmemiştir. Olay bilinmeyen bir bölgenin hayâlî bir köyünde geçmektedir. Bir köyden hem ülkeye hem dünyaya bakılmaya çalışılmıştır. "Romandaki kişilerin hiçbiri gerçek hayattan alınmamıştır ya da romandaki herkes gerçek hayatta mevcuttur." Bu ifadelerin her ikisi de doğrudur. Okuyucu kendisini de komşusunu da hocasını da bu romanda bulabilir bu onun hayâl âlemine kalmış bir husustur.