Saatlerden beri karalayıp durduğum kâğıtların arasından başımı kaldırdım. İçimdeki huzursuzluğun nedenini bir türlü bulamazken şiirlerden kaybolup giden imgeleri hatırladım. Duvarda asılı duran rengi solmuş saate baktım. Gecenin bir yarısıydı. Masum bir kadının içinden nefret dolu duygular yükseliyordu. Ruhu defalarca parçalanan bir kadının yakarışıydı bu içten bastırılmış tiz çığlıklar...
Tek başıma bir yaz sabahı kimsenin gitmediği kıtaları keşfetmek istiyordum. Ben sadece bedenime paha biçilen değeri sorgularken tenimde onun soluduğu nefesi içime hapsediyordum. Dayanılmaz duyguların içinde sıkışırken yapayalnızdım. Sustuğum her an ölmek üzere olan bu kadının tabutunu kendi ellerimle hazırlıyordum. Her defa sona yaklaştıkça kendimden öylesine nefret ediyordum ki bunu anlatmaya bile gücüm yoktu. İstenilenin sadece bedenim olduğunu daha bilmezken ruhumun iki merdiven boşluğu arasında sarsıldığını hissediyordum. Bildiğim tek gerçek kendi sonumdu.
Siyah beyaz bir not: Dünyanın kanalizasyonlarında boğulan güzel kokulu kadınlar öldü. Onlarla birlikte mezar taşlarının adsız boşluğuna çocuklar gömüldü.