İnsan deneyimi zamanı gelen bir düşünceden daha güçlü bir şey olmadığını kanıtlamıştır. Zamanı gelmek bir doğum olayıdır. Hiç bir doğum durdurulamaz. Ancak doğanın nasıl bir hayat yaşayacağı nasıl evrileceği toplumsal şartlara bağlıdır.
Dünyanın kendisi bir düşüncedir. Söz konusu yaradılışsa hayat ve evren bir düşünce ürünüdür. Düşünceyle değişirler. Bu anlamda düşünme bir eylem alanıdır. Eski düşüncelere göre kurulmuş bir düzenle yenisiyle kurulacak arasında sonsuz bir mücadele vardır. Devrim ve karşı-devrim; buyurganlık ve özgürlükçülük hep birer düşünce tarzıdır.
Düşünmeden yapılanlar içgüdüseldir. Bütün hareket eden canlılar içgüdüyle donatılmışken sadece insan düşünme yetisine sahiptir: Hayatını kurabilsin ve yönetebilsin diye. Bu aynı zamanda düzen kurmaktır. Düzenin en geniş tanımlanmış biçimi uygarlıktır. Eğer bugün "başarısız devletler" diye bir kavram varsa çağdaş uygarlıkla eklemlenememiş veya bağını koparmış devletlerden söz ediyoruz. Onlar toplumlarının asgari ekonomik siyasi ve hukuki ihtiyaçlarını karşılayacak yetileri kalmamış veya olmayan devletlerdir.
Böyle devletlerde/toplumlarda düşünmek teşvik edilmez. Sürüden ayrılmanın tehlikeleri vurgulanır ve farklı düşünmek cezalandırılır. Teşvik edilen inanmak ve sürüye sadakattir. Günümüzde topluma hala bir sürü ve onu yönetmeye çobanlık olarak bakan insanların olması şaşırtıcıdır ama vardır.
Onlar için düşüncenin temeli olan merak sorgulama ve kuşku birer sapmadır. Düşünceyi ve düşünce eylemini yasaklayarak bu "sapkınlığı" durdurmak isterler. Yaptıklarıyla toplumlarını biraz daha uygarlıktan soyutlarlar.